26 Mayıs 2016 Perşembe

OSMANLIDA MÜZİK



OSMANLIDA MÜZİK

 Osmanlı klasik ve halk müzikleri ve tasavvuf müziği çok zengindi. Osmanlı müziği çok sever ve hastalıkların tedavisinde kullanmanın sırrına vakıf olduklarından çok önem verirdi. Osmanlı’da müzik şu kollara ayrılırdı:

     Halk Müziği: Bölgelere göre farklılık gösterir. Saz kullanımı azdır. Daha çok söz müziğidir.En zengin örnekleri Rumeli Türküleri’nde ve İstanbul Türküleri’nde görülür.


     Dînî Müzik: Cami müziği ve tasavvuf müziği olarak ikiye ayrılır.  Cami müziğinde yalnız ses kullanılır. Önce Kur’ân-ı Kerim okumak gelir. Her hafız mutlaka makam öğrenir. Türk makamları ile Kur’ân-ı Kerim okumak, Türk hattatlarının yazdığı Kur’ân gibi çok makbuldür. Örneğin; Mevlid, Türklere mahsus diğer bir cami müziğidir. . Tasavvuf müziği, tasavvuf şairlerinin başta Yunus Emre olmak üzere, manzumelerinin bestelenmesidir. Başlıca formu ilâhî denen dînî şarkıdır. Tasavvuf müziğinin en büyük şubesini Mevlevî Müziği oluşturur. Mukabele denen Mevlevî ayinlerinde ayin-i şerif denen çok uzun beste okunur ki, umumiyetle Mevlâna’nın Farsça güfteleri üzerine bestelenir. Tasavvuf müziğine sazlar da katılır. Mesela ney, Mevlevîlerin kutsal sazıdır.
TASAVVUF MÜZİĞİ


Halk müziği.

Mehter takımı.







                           


                     




MÜZİKLE TEDAVİ

OSMANLI'DA MÜZİKLE TEDAVİ YAPILAN HASTANELER 

  Müzikle tedavi, alternatif bir tedavi yöntemi olmayıp, geleneksel tıbba uygundur ve kendine ait metotları vardır. Kültürlere, uluslara ve dönemlere göre farklılık gösteren bir tarihsel gelişime sahiptir. Müzikle tedavi yapılan hastaneler de müzikle tedavinin kendisi kadar büyük öneme sahiptir.
Hastanın müzikle tedavisinden bir kesit.



OSMANLI'DA MÜZİKLE TEDAVİ YAPAN HASTANELER


Fatih Darüşşifası (1470) 


Bu hastane döneminde Avrupa’nın en büyük hastanesi idi. İstanbul Tıp Fakültesi’nin ilk adımı sayılan bu darüşşifada hastalara uygun ilaçlardan başka musiki konserleri gibi ruhi tedaviler de uygulanıyordu.Bugün sadece küçük bir duvar parçası kalmış olan darüşşifa, 1824 yılına kadar faaliyet göstermiştir.

Edirne II. Bayezid Darüşşifası (1488)

II. Bayezid’in, kendi adıyla mimar Hayreddin’e yaptırdığı külliyenin bir parçası olan darüşşifada, ruh hastaları müzikle tedavi edilmiş, gerekli her türlü yöntem için olanaklar sağlanmıştır. Bu hastane akustiği ve planlanması açısından müzikle tedaviye uygun bir şekilde inşa ettirilmiştir. Bu yapısıyla Türk psikiyatrisi ve medeniyetinin eşi bulunmaz bir hastanesidir.

   

Süleymaniye Darüşşifası (1557) 

Kanuni Sultan Süleyman’ın 1550-1557 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırdığı külliyenin önemli bir bölümünü oluşturan darüşşifa, hasta odaları ve hamamın bulunduğu,  bodrum katının ise akıl hastanelerine ayrıldığı önemli bir yapıdır.


ÖRNEK TEDAVİ MÜZİKLERİ





SARAY MÜZİKLERİ

OSMANLI DEVLETİ SARAY MÜZİKLERİ 


   Adına bugün çoğu kez “Klasik Türk Müziği” ya da “Türk Sanat Müziği” de denilen bir müzik türüdür. Osmanlı Devleti'nin kurulması, büyümesi ve güçlenmesine paralel olarak zenginleşmiş, olgunlaşmış, biçim / estetiğini geliştirmiş ve bir sanat müziği kimliği kazanmıştır. Bu müzik, din, aşk, ordu-savaş gibi bir çok konuda ürünler vermiş ve her biri kendi türlerini, biçimlerini, topluluklarını oluşturmuştur. Osmanlı Müziği, imparatorluğa katılan yeni ülkelerin değişik müzik kültürlerinden etkilenmiş, öğeler almış öğeler vermiştir. Ancak imparatorluğun gerileme ve çöküş sürecine girdiği 19.yy. başlarından itibaren bu sanat müziğinde de giderek bir sığlaşma ve gevşeme gözlenmektedir. Önceleri zengin makamlar ve usuller kullanırken, giderek bu anlayıştan uzaklaşmış ve kentin eğlence müziğine dönüşmüştür. Günümüze kadar süren bu gelişmede “şarkı” türü, adeta bütün türlerin yerini almış ve yaygınlaştıkça popülerleşmiştir.
Saray sanatçılarına bir örnek.
   Osmanlı Müziği bir sentezdir. Tarihin bir çok zenginliğini içinde taşır. Türklerle birlikte yaşayan Bizans, Rum, Acem, Arap, Yahudi, Ermeni gibi azınlıklarca da paylaşılarak birlikte oluşturulmuş ve Osmanlı Saray okulunda, Enderun'da en parlak devrine erişmiştir. Bu sistemi kullanan hiçbir ülke Osmanlının ulaştığı sanatsal seviyeye erişememiştir.
   Osmanlı Müziği, “makam birliği” esasına dayanan “Fasıl” düzeni içinde oluşturulmuş ve seslendirilmiştir. 

FASIL NEDİR

Fasıl: Aynı makamda bestelenmiş eserlerin, belli bir düzene göre sıralanarak yapılan dinletisidir.
Tam bir Fasılda, hem ses ve hem de saz eserleri yer alır. Fasıl oluşturulurken eserlerin aynı makamda olması temel alınır ve tür ile şekillerine göre de belli bir sıralama yapılır. Bir makama ait fasılın oluşabilmesi için genellikle iki “Beste” ve iki “Semai” bestelenmiş olmalıdır. Bunlar sözlü eserlerdir.

NEY'İN HİKAYESİ

NEY’İN HİKÂYESİ
Sazlık içindeki kamışlar arasından çıkarılan ney, usta bir el tarafından usûlüne uygun şekilde kesilir. İçi boşaltılıp, kurutulur. Daha sonra, ateşle delinerek baş ve son kısmına demir boğumlar yerleştirilir. Bir müddet bu hâlde bekletildikten sonra ney; neyzenin nefesinden üflenen nefha ile dînleyenlerin kalbî seviyelerine göre güzel sesler, hayret ve hikmetler yaymaya başlar.

İnsanlarla ortak kaderi paylaşan ney’in ortaya çıkışı ve onlar tarafından keşfedilişi hakkında, Mevlevî kaynaklarında şu temsîlî hikâye nakledilir:

Peygamber Efendimiz (S.A.V), Allah’ın kendisine ihsan ettiği esrar ve hikmet denizinden bir damlasını, ilmin kapısı Hazret-i Ali’ye de emânet eder ve:

“Bu sırları sakın ifşâ etme!” diye sıkı sıkı tembihler.


Hazret-i Ali, kendisine tevdî edilen bu emânete tahammül edemez, altında iki büklüm olur. Sahralara düşer. İçinde sakladığı sırrı bir kör kuyuya döker. Zaman gelir kuyu suyla dolup taşar. Kuyudan taşan bu sular, çevresini zamanla bir sazlık hâline çevirir ve burada kamışlar biter. Bu sazlığın rüzgârda hoş nağmeler çıkardığını fark eden bir çoban, bunlardan bir tanesini keser ve ondan “ney” yapar. Fakat ney’den çıkan bu ses, o kadar içli ve yanıktır ki, herkes bu sesin derin, duygulu ve yakıcı nağmelerine tutkun olur. Onunla ağlar, onunla gülmeye başlar. Çobanın ünü kısa zamanda yayılır ve Arap kabileleri bu çobanı dînlemek için etrafında toplanmaya başlarlar.